Erdek’te Kedili Kamp
“Kediyle kamp olur mu?” diye merak edenler için cevabımız: “Biz yaptık, oldu!”
Acaba Dino’yla uzun yol yapabilir miyiz diye anlamak için haftasonu kısa bir gezi yapalım dedik. Niyetimiz, çok da uzaklaşmadan gemlik tarafında keşif yapıp deniz kenarında kamp atmaktı. Kamp malzemelerinin yanında Dino’nun maması, kumu, kutusu, tarağı, ejderyası derken yükümüz şiştikçe şişti, haliyle motorlara sığamadık. Dino için araçla yolculuk motora göre daha sıkıcı olsa da, yükümüz çok olduğundan mecburen araçla düştük yollara.
Aklımızda Güney Marmara sahil şeridi vardı. Eskihisar-Topçular feribotuna atlayıp Gemlik sahil şeridinden itibaren başladık keşfe. Nereye gitsek tam içimize sinmedi. Sahilden gidersek mutlaka bir yer bulup kamp atarız dedik, ancak navigasyonda gözüken ana sahil yolunun, aslında “anayol” gibi olmadığını anladık. Hatta bir ara ıssız karanlık bir orman yolunda bulduk kendimizi. Yoldaki traktör olduğunu düşündüğümüz koca tekerlekli araçların yapmış olduğu dev çukurlar sayesinde de baya bir atladık zıpladık. Yola çıktığımızdan itibaren strese giren Dinocuğumuz da burada baya bir ürktü. Neyse keşfe ısrarla devam ederek, Mudanya, Kurşunlu, Bandırma’yı da geçtik. Ve sonunda kendimizi Erdek’te bulduk! 🙂
Sahil yolunu tercih ettiğimiz için normalde 2 saat süren yol, 4 saatten fazla sürdü. Hava karardığı, hatta gece yarısını bulduğu için “artık neresi olursa” düşüncesiyle yarımadaya sağ taraftan giriş yapıp Tatlısu’ya kadar geldik. Tatlısu Köyü, bugünkü adıyla ‘Belkıs’, yani Kyzikos Antik Kenti’nin hemen yanında yer alıyor. (Ege turumuzun sonunda uğradığımız kısa Erdek gezimizde, Yarımada’ya soldan girip Ormanlı köyüne kadar gitmiş, bir daha geldiğimizde diğer tarafından keşfederiz demiştik. Böylece Kapıdağ Yarımadası etrafında tam turumuzu tamamlamış olduk.)
Tatlısu’ya girer girmez gördüğümüz plajdaki tek ağacın gölgesine 2 tane çadır attık. Biri Dino için, zira kendisi keyfine pek düşkün :))
Ertesi sabah sakin plajımızda, ağacımızın gölgesinde ve denizin dibinde kahvaltımızı ettik. Öyle deniz manzaralı restoranlarda curcunanın içinde açık büfeye gerek yok. İstersek en güzel yerde, en güzel kahvaltıyı, çok da para harcamadan yapabiliyoruz. İstediğimiz yerde şişme yatağımızdan şezlongumuzda uzanıp güneşleniyoruz ve denize giriyoruz. Bu bizi daha özgür yapmıyor mu? Kamp atmayı, doğayla bütünleşmenin yanında, bu yüzden de çok seviyoruz.
Tatlusu Köyü, adını meydanında ve birkaç noktasında bulunan ve Kapıdağ içlerinden gelen serin ve taze kaynak suyundan alıyor. Kurulduğu 1700lü senelerde tüm Kapıdağ Yarımadası, Rumların ikamet ettiği köylerden oluşurken sadece Hamamali ve Tatlısu Türk köyü olarak kurulmuş. Ancak, köyde o günlerden bu güne kadar kalan eski yapılar maalesef yıkılmış ve yok olmaya yüz tutmuş durumda.
Biz köyün denizini de sevdik, sakinliğini de. Öğlene doğru -sanırız- etrafta oturan aileler ile kalabalıklaşmaya başlasa da, pek popüler ya da turistik bir yer olmadığı için hala o curcunadan uzak.
Denizde biraz yüzdükten sonra, çadırımızı toplayıp gündüz gözüyle yarımadayı keşfe devam etmek için yola çıktık. Karşıyaka ve Çakılköy üzerinden sahil şeridini takip ettik.
Bu arada Dino hala stresli, kucağımıza alınca biraz sakinleşiyor, ama genelde ürkmüş ve şaşkın gözlerle etrafı incelemeye devam ediyordu.
İstanbul’da arabaya bindiğinden beri hiçbir şey yemedi ve içmedi. Gün boyunca böyle devam ettiği için çok endişelendik, ama sonra herhangi bir problem yaşamadık.
Yarımadanın sol tarafında balıkçı tekneleriyle dolu bir iskele ve bir de tersane var.
Bu taraftaki köyler gelişmemiş, bakımsız ve kendi halinde.
Ama insanımız yine yapacağını yapmış. Çakılköy’den sonrası, şu güzel fener dahil, her yer çöp!
Adayı tam tur yapmak için vakit kısıtlı olduğundan Ballıpınar’dan direk Bandırma’ya doğru indik. İleriye doğru devam etseydik, geçen sefer 1 gece kaldığımız Ormanlı Köyü’ne gelecektik.
Ballıpınar Köyü’nde daha önce Rumlar oturuyormuş, ancak Cumhuriyet ilanından sonra burayı bırakıp gitmişler ve Yunanistan’ın Kavala şehrinden de buraya Türkler göç etmiş. Rum izlerini sokaklarda hissetmek mümkün. Bu arada, Ballıpınar, kuru soğanıyla meşhur.
Buradan Bandırma’ya doğru indiğimiz yol offroad için uygun ve güzeldi (stabilize orman yolu). Belki bir dahakine motorlarımızla geliriz.
Bu arada vaktiniz varsa, Ballıpınar Mahallesi’ndeki, 18.yy ile 1923 yılına kadar Rumlar tarafından kullanılan ve dış duvarları hala ayakta duran Kirazlı Manastırı’nı, ve manastıra 1 km. uzaklıktaki Kirazlı Şelalesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Sonunda Bandırma’ya vardık. O akşam davetli olduğumuz bir düğüne katılmak için niyetimiz 1 gün daha kalmaktı. Mudanya yolunda trafikte 3 saat kalınca düğünü kaçırdık. Hal böyle olunca, daha fazla oyalanmadan Yalova’ya devam edip oradan feribotla İstanbul’a döndük.
Dino’cuğumuz da eve adımını atar atmaz kendine geldi. Bir kedi atasözünün de dediği gibi: “Kedinin evi gibisi yok” 🙂 Ama bir kaç geziden sonra Dino’nun da konfor alanından ayrılıp yeni yerler görmeyi ve keşfetmeyi en az bizim kadar çok seveceğinden eminiz.
Kedili kamplarımızın devamı gelecek, takipte kalın! 🙂
Daha fazla fotoğraf için facebook albümüne bakabilirsiniz, facebook’ta bizi takip etmeyi unutmayın.